Bir Milletin Diriliş Hikayesi Diriliş (Gönül Dergisi Röportajı)
Okuyucularımızın da sizi daha iyi tanıması için kendinizden bahseder misiniz?
Evet, bir garip kulum; her şeyden evvel onu söyleyeyim. Allah emretti, biz var olduk; bu dünyaya geldik, görevimizi yapıyoruz. İmtihana tâbiyiz ve çekip gideceğiz. Hedef tabi ki Resûlullah Efendimiz’in (sav) buyurduğu, benim ölümsüzlük hadisi dediğim, “İnsanın öldükten sonra da üç şekilde amel defteri kapanmaz; birisi sadaka-i cariye, ikincisi kendisinden faydalanılan ilim, üçüncüsü de sâlih evlat.” hadisine lâyık olma gayreti içerisindeyiz.
Bakıyoruz, tarihte insanlar bu hadise uyduğu sürece ölümsüz olmuşlar. Bugün bile onlara dua ediyoruz, takdir hislerimizi ifade ediyoruz. Benim âcizane, hayatıma misyon olarak biçtiğim bu hadis, bütün yaptığım işleri de belirliyor diye düşünüyorum.
Hekimim; kulak-burun-boğaz uzmanıyım. Bunun dışında; şu anda Kayseri, İstanbul ve Denizli’de bulunan Tekden Hastaneleri’nin Yönetim Kurulu Başkanıyım. Tekden Grup adına ayrıca yine Kayseri ve İstanbul’da Tekden Eğitim Kurumları var. Şu anda 2 bin 400 öğrencimiz var. Ayrıca Tekden Film var; şu an Diriliş Ertuğrul’u çekiyor. Bunun yapımcısıyız ve senaristi benim ortağım. Bir de TÜZDEV dediğimiz vakıf var, Türkiye Üstün Zekâlı ve Dâhi Çocuklar Eğitim Vakfı. İstanbul’da genel merkezi olan ve Türkiye’nin çeşitli illerinde şubeleri bulunan, bu konudaki ilk millî vakıf kabul edilen TÜZDEV’in Genel Başkanıyım. Kayseri’de ise daha çok gençlikle ilgilenen Kültür Eyvanı Derneği’nin Başkanıyım. Bu çerçevede hizmetimizi götürmeye çalışıyoruz. Gerek iş yerlerimizde, gerekse bu vakıf ve dernekler çatısı altında bu hadis-i şerife uygun bir icraat yapmaya çalışıyoruz. Allah ömür verdiği sürece de devam edecek inşallah.
Diriliş Ertuğrul dizisini yapmaya iten sebep nedir?
Tabi sebep çok. Gençliğimizden beri tarihimizin hem kitaplarda hem dizilerde hep yanlış aksettirildiğini gördük. İnsanlar maalesef tarihi kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmaya başladılar. Bildiğimiz malum diziler ve filmler var; bunlar tamamen ticari maksatla yapılan birer eser gibi görülüyor. Çağımızda giderek her türlü kavram ve her türlü kutsalımız kullanılmaya başlandı. Oysa onlar kullanılmak için değildir, onlar kendisinden istifade edilmek içindir. İnsan da kullanılıyor. Bu çok tehlikeli bir gidişat. Biz yıllarca bunlardan şikâyet ettik.
Benim şöyle bir âcizane huyum var: Hayatımda şikâyetçi olma konumunda olmamaya çalışıyorum. Şikâyetçi olmayacaksınız, alternatif üreteceksiniz. “Başkaları bizi bölüyor, parçalıyor. Başkaları olmasa biz doğru olurduk, dürüst olurduk.” gibi yanlış bir itikat söz konusu. Bunu kırmaya çalışıyoruz. Bu alternatifi geliştirelim, yapalım derken bu noktaya geldik ve Cenâb-ı Allah’ın da büyük yardımı oldu; ufkumuzu, önümüzü açtı.
Benim çok değerli kardeşim ve ortağım tarihçi Mehmet Bozdağ Bey ile zaman zaman istişareler neticesi bu tür diziler yapmak düşüncesi hâsıl oldu bizde. TRT de bu eserin önünü açtı, Allah razı olsun. Onlarda bu yönde çok büyük bir gayret gördük. Böyle olunca, bu düşünceler birleşti ve böyle bir dizi ortaya çıktı. İnşallah memleket için, gençlerimiz için hayırlı olur.
Diziyle ilgili nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Tepkiler çok güzel. Reytinglerde zaten bu görülüyor. Türkiye’deki reytingleri altüst etti. Giderek de artan bir reyting oranı var. Bu bizim hoşumuza gidiyor. Demek ki doğru tarihle, tarihe saygı duyarak, tarihi severek de reyting yapılabilirmiş, insanların takdiri alınabilirmiş diyoruz. “Birtakım insanların nefsine hoş gelecek konuları burada işlemedikçe reyting yapamazsınız.” diye düşünceler vardı; biz bunu yıktık.
İkincisi; yerli bir kafayla, yerli ve milli bir kafayla da büyük iş yapılabileceğini ortaya koyduk. Bu, herkesten aldığımız tepkilerden görülüyor. Yani sadece muhafazakâr çevre değil; hemen hemen her çevreden takdir ve olumlu görüşler alıyoruz, tepkiler alıyoruz. Bu bizim hoşumuza gidiyor. Biz bütünleştirici olma gayreti içerisindeyiz; ama o günlerde de bugün gibi yaşandığını gördüğümüz için de insanlar bundan daha çok etkileniyorlar.
Dizide günümüze de göndermeler yapılıyor.
Evet, doğru. Bugüne zaten faydası olmazsa bir mana ifade etmez, sadece bir macera gibi kalır. Aslında şunu anlıyoruz ki: Sözler, insanların duruşları hiç değişmiyor. Teknoloji ne kadar gelişse de insanlar arada büyük zaman farkı oluşturarak yaşasa da insanların düşünceleri, hayat tarzları, yöntem farklılıkları var, teknoloji farklılıkları var, ortam farklılıkları var; ama zihniyet farkı yok. Yine dürüst insan, yine dik bir duruşla insan her zaman takdir görüyor. Bu evrensel olandır, fıtrata uygun olandır aynı zamanda. Biz bunu vermeye çalışıyoruz.
Dikkat ederseniz orada geçen birçok söz insanlar için artık fenomen oldu; yani dillerden düşmüyor, gençlerimizin dillerinden düşmüyor. Bu çok güzel bir gelişim. İnşallah bu tür diziler, filmler daha çok yapılır. O zaman kendimizin ne kadar önemli olduğunu, dünya üzerinde büyük medeniyet kurmuş bir toplum olduğumuzu da ortaya koymuş olacağız ve bir de birlik, beraberlik getirecek. Bu bakımdan, dizinin çok büyük bir misyon ifa ettiğini söyleyebilirim.
Bunun yanında şunu da ifade edeyim. İnsanlar şunu da görüyor ve bu bakımdan da takdir eden çok fazla: “Türkiye’de yapılmayan teknolojiyi kullanmışsınız, yapılmayan çekimleri yapmışsınız. Hem çekimler çok güzel hem oradaki oyuncular rollerine çok uymuş hem de çok iyi eğitim almışlar; yani âdeta o günü yaşıyorlar.” Bu, bir dizinin başarısında çok önemli bir etken. Mesela, atların devrilme sahneleri…
Tarihî bir dizi olması hasebiyle teknik hazırlık açısından zor bir dönem geçirmişsinizdir. Sahne, kostüm, oyuncular, oyuncuların hazırlanmasıyla ilgili ne gibi çalışmalar yapıldı? Bu konuda bilgi verebilir misiniz?
Senaryo çalışmaları ve birtakım farklı çalışmalar olsa bile, Haziran ayından itibaren eğitimler başladı. Bu eğitimler; oyuncuların eğitimi, at üzerinde şaha kalkma, atın devrilmesi, atların eğitimi… Tabi şu ana kadar Türkiye’de bu tür hareketler yapılamıyordu, atın devrilme sahnesi pek becerilemiyordu. Çok özel ekipler getirttik yurt dışından. Kazak bir ekip var; onlar bu eğitimleri yaptılar. Dünya çapında birçok filmin de alt yapısında bulunan insanlar bunlar. Mesela Cengiz Han filmi, Conan filmi gibi. Onlar bu eğitimleri hem atlar ve hayvanlar üzerinde hem de oyuncularla yaptılar. Koreografi denilen kavga dövüş sahneleri günlerce yapılan eğitimler sonucu o noktaya geldi. Kostümler ve obanın kuruluşu, kapalı alanların oluşturulması çok zaman aldı ve çok titiz çalışıldı. Gerek yönetmenimiz, gerek görüntü ve sanat yönetmenlerimiz ve diğer yönetmenler çok titiz çalıştılar. Dizinin müziği üzerinde çok çalışıldı. Yani dizinin bütün yönleriyle ilgili çok titiz çalışmalar oluşturuldu. Öyle bir alt yapıyla başlandığı için de insanlar bunu fark ettiler. Basit bir şey olmadığı, dünya çapında gösterime girebilecek alt yapıya sahip bir dizi olduğu tespit edildi. Bu da takdirin bir sebebi.
Tekden Film’in daha önceki çalışmalarından bahseder misiniz? Yeni projeleriniz var mı? Sizin yazar olduğunuzu da biliyoruz. Senaryosu size ait bir film hayata geçirmeyi düşünüyor musunuz?
Tabi benim konularım biraz farklı. “İnsanın Sırrı” diye kitabım var biliyorsunuz. Girişimcilik, başarı, üstün zekâlı ve dâhi çocuklarla ilgili konferanslarım var. Onlarla ilgili kitap çalışmaları da yapabilirim diye düşünüyorum. Ama senaryo yazarım dersem yanlış olur. Çünkü burada proje danışmanlığı şeklinde bir çabam var. Benim ortağım Mehmet Bozdağ bu alanda çok kabiliyetli, çok becerikli bir genç. Senaryonun aslı ona ait. Şu anda yanında 4-5 kişilik bir kadrosu var. Çünkü çok büyük bir proje ve bir kişinin yetiştirmesi mümkün değil. Ama işin çatısını kuran yine Mehmet Bozdağ. Bu bakımdan çok başarılı. Kendisi tarihçi aynı zamanda. Tarihçi ve çok okuyan biri olması hasebiyle işin alt yapısına da hâkim. Bu, işimizi kolaylaştırıyor.
“Daha önce ne yaptınız?” derken, Osmanlı medeniyetinin temellerini anlatan “Ustalar, Âlimler ve Sultanlar” isimli bir belgesel drama yaptık. 2010’da Tekden Film ilk kurulduğunda bununla başladı. 2010 Kültür Başkenti Ajansı’na yaptık bunu. Daha sonra bazı belediyelere üçboyutlu film alt yapısıyla beraber çektik ve yaptık. Geçtiğimiz yıl da TRT’de “Gönül Hırsızı” adlı bir mahalle dizisi yaptık. Hasan Kaçan’la ortaklaşa yapmıştık. Bu yıl da Diriliş’e başladık.
İleriye yönelik düşündüğümüz projelerimiz elbette var. Şu anda onun istişaresini yapıyoruz. Tarih ağırlıklı yapımlar düşünmekle beraber, gündeme dair de bazı filmler olabilir arada.
Toplumun her kesiminden insanlar, her alanda yozlaşmadan, toplumun değerlerinin bozulmasından bahsediyor. Bu yozlaşmanın en önemli sebebinin de televizyon dizileri, programları, sinema olduğu düşünülüyor. Yani bu sektör belki de toplumu bilinçli bir şekilde bozmak isteyen; toplumumuzun dinî, tarihî, kültürel birikimlerine düşman güçlerin etkisi altında. Bu konuda, sizin gibi manevi ve maddi değerleri korumak için elini taşın altına koymak isteyen girişimcilere, iş adamlarına ne mesaj verirsiniz?
Ben hiçbir zaman kazandığım parayı tek başına yemek veya ömrümün sonuna kadar mülkler edinmek düşüncesiyle hareket etmiyorum. Bir mesuliyet şuuru içerisinde olduğumu düşünüyorum. Bu ülkeye, değerlerimize, inandığımız değerlere hizmet etmekle ömrümüzün geçirilmesi gerektiğini; ama işimizi de ihmal etmemek gerektiğini düşünüyorum. Yani insana, Allah bir maddi güç vermişse -veya farklı güçler de olabilir- bunu kendi inandığı yolda kullanması gerekir diye düşünüyorum. Tabi ki kendi ailene bir miktar pay ayıracaksın; ama insan eğer değerlerine hizmet etmezse boş yaşamış, sadece hamallık yapmış ve ölmüş olur. Cenâb-ı Allah bana bu gücü bu değerlerimiz yolunda kullanmamı isteyerek verdi diye düşünüyorum. O’na şükür borcumuz olduğunu, bunun yanında da toplumun bizi destekleyerek belli bir yere getirdiğini biliyoruz. Toplumumuza karşı da bir şükran borcumuz olduğunu düşündüğüm için, hayatımızın sadece bu döneminde değil, çok daha önce, gençlik dönemlerinde de mümkün olduğunca sosyal çalışmalara, kültürel faaliyetlere destek oldum ve içinde bulundum. Kültür, bizim toplumumuzun şifresidir. Bu şifreyi bilmezsek bu şifreyi açmazsak bu şifreden giriş yaparak kültürümüzü geliştirme çabası içinde olmazsak bu topluma hizmet etmemiş oluruz veya inandığımız değerlere, Allah yoluna hizmet etmemiş oluruz ki bunu da “hayatı boşa geçirmek” olarak düşünüyorum.
Bu yüzden, iş adamlarımızın şikâyetçi değil, alternatif üreterek bir şeyler yapması, destek olması gerektiği düşüncesindeyim. Eğer böyle yaparlarsa kendileri de çok daha mutlu olacaklardır. Çünkü ben -tabi ki doktorluğumdan, hastanede insanların şifalarına vesile olmaya çaba göstermekten, okullarda çocukların eğitimine katkıda bulunmaktan çok memnun olduğum gibi- film şirketinin ürünlerinde de böyle güzel tepkiler geldikçe çok mutlu oluyorum. Belki de hayatımın en mutlu anlarıdır bu tür zamanlar.
Bütün iş adamlarına bu konuda veya toplumun değerlerine hizmet yönünde destek vermelerini tavsiye ediyorum.
Bu açıklamalarınız soracağımız soruların da aslında cevabı oldu. Sağlık, eğitim, kültür alanlarında birçok hizmetleriniz var. Size bu hizmetleri yaptıran ilmî, irfanî, tarihî kaygılar ya da itici güçleriniz nelerdir? Bu konuda bir şey söylemek ister misiniz?
Ben, iz bırakmak isteyen insanların ideal sahibi olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü idealiniz olmazsa hayata dair yüce hedefleriniz olmazsa boş yaşamış olursunuz diye düşünüyorum. Ama bunlar şahsi hedefler değil, menfaate yönelik hedefler değil; bunun çok ötesinde, toplumun ve neticede Allah’ın takdirini kazanacak ideallerden bahsediyorum. Bu bakımdan, bizim gençlerimizin de ideal sahibi olmaları gerektiğini her yerde söylemeye çalışıyorum. Gençler çalışıyorlar, bir yere geliyorlar, meslek sahibi oluyorlar, makam mevki sahibi oluyorlar, para sahibi oluyorlar… Ondan sonra, “Tamam, olduk. Ne kaldı?” diye büyük bir sıkıntıya, depresyona girebiliyorlar. İnsanların manevî dinamikleri, idealleri, hedefleri, mefkûreleri olmalı. Bu manevî dinamik de içinizde olduğu sürece sizi boş durdurmuyor, sürekli enerji veriyor size, iç enerji. Bu enerji de bir şeyler yapma gereğini hissettiriyor insana daima.
“İnsanın Sırrı” isimli eseriniz için ayrı bir röportaj gerekiyor; ama yine de bu kitabınızın günümüz insanına vermek istediği temel mesaj nedir, bu mesajı besleyen ana kollar nelerdir?
Bugün insan belki de eski dönemlere göre daha fazla hedefi ve yaradılış gayesi dışına çıkmış gibi görünüyor. Sosyal psikolog Erich Fromm şöyle diyor: “Eskiden insan değerliydi; şimdi ise taşıdığı makam, mevki veya mülk değerli olmaya başladı. İnsan bu mülke, bu değere, yani makamdan mevkiden kaynaklanan değere ne kadar sahipse o yönde değerlidir.” diyor. Gerçekten, insandan taşıdığı değerlere yönelmiş durumda merkez. Bu, insanlık adına çok olumsuz bir durum. Oysa insan değerlidir.
Bazen şöyle düşünüyorum: Bir ülkede kral mı değerli, en altta çalışan insan mı? Görünüşte kral değerli gibi görünebilir, ama Allah katında belki de en alttaki bir gariban işçi değerli olabilir. Yani kimin değerli olduğunu insanın şahsiyetine, karakterine, yaşantısına ve düşüncelerine göre belirlememiz gerekirken, maalesef kapitalist anlayış gereği, taşıdığı maddi değerlere ve makamına göre değer biçiyoruz. Burada bir nefes alınması, insanın projektörleri kendine tutup “Ben neyim, neden yaşıyorum, nereden geldim, nereye gidiyorum?” sorularına cevap vermesi lazım. Bunlar aslında insanlık tarihi boyunca sorulmuş sorular; ama bugün, en az sorulduğu zaman dilimi diye düşünüyorum. Aslında en beğenmediğimiz insan bile Allah’ın eşref-i mahlûkat olarak yarattığı bir varlıktır, bütün yaratılmışların üstünde bir değere sahiptir. İnsanın Sırrı kitabında bunu anlatmaya çalıştım.
Hazreti Ali’nin bir sözü var: “Sen kendini küçük bir cisim olarak mı kabul edersin? Oysa senin içinde nice âlemler gizlidir.” Yani bütün insanlar bu anlayışta olsa hiç kimse kendini bir yere çekip hayata küsmez, hiçbir insan bunun dışında bir çalışma içerisinde olmaz. Bu misyonu, insanın kendi değerini anlama misyonunu bulması lazım. Böylece özetleyebiliriz. Bu kitap, hem maddi yönden hem manevî yönden insanın yüceliğini, Cenâb-ı Allah’ın ona bakışını anlatan bir kitap. Bunu farklı yönlerden de inceledik kitap içerisinde. Bilimin bakışı, felsefenin bakışı, dinlerin bakışı, mesela bugün yanlış gelişen kişisel gelişimin bakışı gibi birçok alandan inceledik. Tabi bir de İslam’ın bakışını ortaya koyduk. İşte orada zirve yapıyor insan. Yani insana en büyük değeri veren din İslam’dır. Cenâb-ı Allah, bu son ve mükemmel olan dini vasıtasıyla her şeyin temeline insanı koymuş. Bunu anladığımız zaman birbirimize bakışımız da değişecek; insana bakışımız, İslam’a bakışımız da mükemmelleşecek diye düşünüyorum.