
Bir Turist Rehberi Anlatıyor
Bir turist rehberi anlatıyor: “Uzun yıllardır işimi zevkle yapan oldukça tecrübeli bir rehberim. Sonradan ABD’li bir mimar olduğunu öğrendiğim bir turist beni özel olarak tutmuş ve İstanbul’daki Türk yapısı bütün tarihi binaları gezdirmemi istemişti. Ben mümkün olduğunca bu isteğini gerçekleştirmeye çalışmıştım. Süleymaniye, Sultanahmet, Topkapı Sarayı vs. Her bir tarihi eseri adam bıkmadan usanmadan saatlerce incelemişti. Sonunda bana şöyle demişti: ‘Bana şimdi de bu mimarinin musikisini dinlet.’ Ben şaşırmış kalmıştım, ‘Nasıl yani?’ diye şaşkınlığımı belirtince ‘Bu mimarinin bir musikisi olmalı.’ demişti. Bunun üzerine Türkiye’de kalacağı iki gün boyunca farklı Türk müziği ortamlarına götürmüş, ama hiçbirini beğendirememiştim. Sonunda havaalanına götürmek üzere (Taksim’deki) otelinden almış, fakat arabayla giderken Harbiye’de bir müzik sesi duyduğunu söyleyerek arabayı durdurmuştu. Orada ne olduğunu sormuş, ben de bazı günler Harbiye Askeri Müzesi’nde mehter çalındığını, onun sesini duymuş olabileceğini söylemiştim. Arabanın ücretini ödeyerek müzeye girmiştik. Müzede mehteranı dinlemeye başlayınca uçak biletini iptal ettirmişti. ‘Aradığımı buldum’ demişti, ‘İşte o gördüğümüz mimari eserlerin müziği bu’. Ben ise böylece önceden hiç duymadığım bir olayla karşılaşmış ve kendi kendime hayıflanmıştım, ‘Bu ayrıntıyı nasıl kaçırdım’ diye.”
Bu olayı dinleyince benim kafamda da bazı şeyler hakkıyla yerine oturmuş oldu. Medeniyet dedikleri işte buydu. Bu yüzden bazı mütefekkirler medeniyete bir üslup meselesi olarak bakarlar ki doğrudur. Hayatın her yanını etkisi altına alır ve hepsini birbirine uyumlu hale getirir. Ev yaşantısından, selamlaşmaya, mahalle adabından insan ilişkilerine, şehirleşmeden mimariye, giyim kuşamdan, düğün adetlerine, hatta cenazeye kadar toplum hayatının her yanını belirleyen bir üslup. Birbirine uymayan bir tarafı olmaz. Böyle olunca da insanlar neye hizmet ettiğinin ve nasıl edeceğinin farkında oluyorlar. Çocuk nasıl yetiştirilir, nasıl edep ve terbiye verilir, evden eve fark etmez. Böylece dingin, tutarlı ve tertipli, kısaca medeni bir toplum meydana gelir.
Bugün bu bütünlüğü toplumumuzda görmek mümkün değil maalesef. Batı toplumuna bir şey demiyorum. O kendi içinde tutarlı ve seküler bir toplum anlayışı her alanda kendini gösteriyor. Ama biz kendi değerlerimizi, dolayısıyla mimari anlayışımızı, şehir telakkimizi, komşuluk ilişkilerimizi büyük oranda kaybettik. Ne konuda nasıl davranacağımızı bilemiyoruz. Sanki her şey “Altı kaval, üstü şeşhane” tabiri ile uyumlu gibi. Düğünlerimiz nasıl olmalı tutturamıyoruz. İman ehli insanlar bile önce Kuran okutuyor, sonra vur patlasın çal oynasın. Çocuklarımızı nasıl yetiştirmeliyiz? Kadınlarımız, erkeklerimiz hangi estetik anlayış ile giyecekler elbiselerini? Çocuklarımız namaz kılan annelerini düğünlerde açılmış saçılmış görünce bu ikileme alışıyor tabii. “O ayrı, bu ayrı!” anlayışı. İslami çizgide denilen belediyeler veya üniversiteler hangi pop şarkıcısını çağıracaklarını şaşırıyorlar gençlerle buluşturmak için, şehirlerimiz o övgüler dizdiğimiz atalarımızdan kalan mahalleleri modernleştirme telaşıyla yok etme ve betonlaştırma çabası içindeler.
İnandığımız gibi yaşayamıyoruz, öyleyse yaşadığımız gibi inanacağız. Bu sebeple öyle bir savruluyoruz ki, geldiğimiz noktada biz bile kendimizi tanıyamıyoruz. İstanbul’da inançlı bir belediye başkanı bana itiraf etmişti: “Maalesef, bu içinden çıkılmaz ucube ilçeler bizim ayıbımız” diye. Bu aynı zamanda sadece inandığımız değerleri hayata yansıtmadaki savrulma değil, ama aynı zamanda estetik anlayışın, yani zevk-i selim’in yok oluşudur. İslam sadece bir anlayış ortaya koymuyor önümüze, aynı zamanda insanların ruhuna hitap eden, onları nezakete, inceliğe ulaştıracak bir estetik bakış da emrediyor bize. Dolayısıyla yaşantımıza güzellik katan ve mutlak güzelliği arayan, medeniyetlerin olmazsa olmazı bir sanat anlayışı da koyuyor ortaya.
En çok merak ettiğim şu an hangi medeniyette olduğumuz. Ne batılı olabildik, ne kendimiz kalabildik. Şehirlerimiz, binalarımız bunun en olumsuz göstergesi değil mi? Ne mimarimiz kaldı, ne musikimiz. İşin acısı, ne kadar kızsak da, bunu bile bir batılıdan öğrenmek…
Bu yazıyı da diğerleri gibi ümitle ve bir idealle bitirmek istiyorum. Bütün dava ehli dostlara sesleniyorum: Gelin bir yerlerden başlayıp, her alanda İslam referanslı bir üslup oluşturma çabası içine girelim. Samimi bir gayret lütfen! İnanın Allah en büyük destekçimiz olacak. Gayret bizden, yardım (tevfik) Allah’tan.
justify justify no-repeat;left top;; auto