Bu Ne Derece Doğru ?
Bu soruyu pek çok kişiye soruyor, bir kısmından olumlu cevap alıyorum. Bir kısım mümin insanlar kendi şeyh veya hocalarına –belki farkında değiller belki ama- neredeyse dokunulmazlık ve masumiyet atfediyorlar maalesef. Bu ne derece doğru? Üzerinde durup düşünmek gerek.
Geçtiğimiz günlerde İran seyahati yaptım. Orada Şia’nın gereği olarak bazı insanlar masum (günahtan uzak ve ulaşılamaz şahsiyetler olarak) kabul ediliyorlar. Elbette bizim bazı cemaatlerdeki durumu onlara benzetmiyorum ama dikkatli de olmak gerekiyor. “Kendilerine ufuk insanlar seçenlerin ufku olmaz” diye çok beğendiğim bir söz var. Bu insanlar kendi büyüklerini ulaşılmaz görüp, onun kitapları üzerine söz söyletmezler, hatta onlara bir nevi kutsiyet atfederler. Bu şeyhler ne derece büyük olurlarsa olsunlar; talebenin görevi hocasını aşma olması gerekirken, bu sebepten asla “boynuz kulağı geçemez”. Yukardaki sözde olduğu gibi, o ufuk insanı geçme gibi bir gayret de asla olmaz. Dolayısıyla bu tür cemaatlerden orijinal ve ufuk açıcı yeni bir insan çıkması muhaldir.
Oysa ulaşılamaz insanlar ancak peygamberler ve sahabelerdir. Peygamberler Allah tarafından özel seçilmiş kişiler olduklarından, Sahabe ise konum itibariyle ulaşılamaz insanlardır. Resulullah Efendimiz örneklikte ve amelde hiçbir insanın ulaşamayacağı bir noktada iken, bildiğimiz kadarıyla kendisi için ayağa kalkanlar olduğunda yüzünün kızardığı söylenir. Bu yönden bugüne bakmak ufkumuzu açacaktır. Çünkü o “üsve-i hasene”dir (en güzel örnek).
Konum itibariyle sahabe seviyesine ulaşmak da mümkün olmamakla birlikte karakter itibariyle onlara benzeyenler ve onları aşabilenler bulunabilir. Mesela insanlık tarihinde, Hz. Ömer adaletiyle çok üst seviye bir örnektir. Ama ondan yaklaşık yüz yıl sonra halife olmuş Ömer bin Abdulaziz ona yakın bir adil sistem kurmuştur. Bu yüzden ne kadar değerli olursa olsun bir hocanın veya şeyhin sözünü mutlak kabul etmek de son derece yanlıştır ve İslam’la bağdaşmaz. Yüce Resul’ün söylediklerinin bile “Bu vahiy mi, senin sözün mü?” diye tartışıldığı bir din de sonradan gelen büyüklerin sözünü mutlak kabul etmek asla doğru olamaz. Böyle olsaydı, mezhep imamımız Ebu Hanife’nin öğrencileri İmam Yusuf ve İmam Muhammed, Hocalarının söyledikleri dışına çıkamaz, İmam-ı Azam’ın hilafına kendi görüşlerini ifade edemezlerdi. Böyle olsaydı, Kayseri’de medfun bulunan Seyid Burhanettin hazretlerinin tedrisatından geçen bir insanın talebeleri arasından bir Mevlana çıkmazdı. Bu örneklerdeki gibi gerçek İslam büyükleri talebelerinin kendilerini geçmesini isterler.
Diğer yandan, kendisi Allah katında peygamberlerden sonra gelen ilk kişi olarak kabul edilen büyük halife Hz. Ebubekir hilafete geçtiği zaman ilk hutbesinde “İçinizde layık olmadığım halde bu görev bana verilmiştir, Allah mahcup etmesin” diye en ileri tevazuyla görüşünü dile getirmiştir. Hz. Ömer ise yine ilk hutbesinde “Ben hak yoldan ayrılırsam ne yaparsınız?” şeklinde sahabelere soru sormuş, bir sahabenin ayağa kalkıp kılıcını göstererek “Sen hak yoldan ayrılırsan kılıcımla seni düzeltirim” cevabı üzerine “Allah’ım sana şükürler olsun, saptığımda beni düzeltecek kulların var” diye şükretmiştir.
Allah dostları, yaşarken daima ümit ve korku içinde yaşarlarmış, her an nefisinin kendisini saptırabileceği endişesiyle yaşarlarmış. Bu durum aslında bütün müminler için de geçerlidir. Bu sebeple Şeyh ne kadar güzel insan olursa olsun, çevresindekilerin yanlışı onun anlaşılmasını da yok edebilir. Resulullah Efendimiz bir hadisinde “Birilerine olan aşırı sevginiz, onların hatalarını görmenize engel olur” buyurmaktadır. Biz buna “at gözlüğü takmak” diyoruz ki, bu aynı zamanda bir akıl tutulmasıdır. Hz. İsa’yı Hristiyanlar bu yüzden Allah’ın oğlu mertebesine ulaştırmışlardır. Şia da Hz. Ali sevgisini öyle bir noktaya ulaştırmıştır ki, onun dışındaki raşit halifeleri Hz Ali’nin hakkını yediler diye reddetmişler, onlara adeta düşman olmuşlardır. Hz. Ali soyundan gelen 12 imama ve onların yakınlarına “masumiyet” atfetmişlerdir. (İran gezisinde 12 imamdan 7. Olan İmam Kazım’ın kızı Fatıma-i Masume’nin Kum kentindeki kabrini ziyaretteki gördüğümüz aşırı tazim bunun göstergesiydi)
Bu yazıyı yazarken hiçbir zaman maksadım haddi aşmak ve büyük zatlara saygısızlık etmek değildir. Ama sosyal sorumluluk gereği bir gerçeği de dile getirmek istedim. Gerçek İslam büyükleri her zaman hakkıyla tazimi hak ediyorlar elbette. “Şeyh uçmaz mürid uçurur” diye bir söz vardır ve doğrudur. Bu saygı ve hürmette ölçüyü aşmamak önemli. Bunu söylemekle birlikte onları aşabilecek insanlar yetiştirme hedefi içinde olmamız da gerekli. Eğer İslam toplumları İmam Gazalileri, İbni Sinaları, Mimar Sinanları, Mevlanaları aşma, en azından onlara ulaşma çabası içine girmezse yerinde saymaya mahkum olur ve insanlığa yeni mesajlar veremez.
Müslüman aydınların görevi, geçmişte olduğu gibi gelecekte de insanlığın kurtuluşuna vesile olabilecek zirve şahsiyetler yetiştirmek gayretidir. Duamızı küçük yapmayalım. Sefer bizden zafer Allah’tan.
Kaynak:www.habermemleket.com justify justify no-repeat;left top;; auto