BOSNA DA AY YILDIZ FARKLIYDI
Sevinç, gurur, üzüntü, hüzün, merhamet gibi içimizdeki farklı duyguların birbirine karıştığı bir ülke: Bosna-Hersek… Olumsuz bakarsanız bütün olumsuzlukları görüp üzülebilir, kahrolabilirsiniz. Ama, üzerinden yüzlerce silindir geçmiş bir ülkedeki yeniden filizlenmeleri görürseniz de pekala sevinebilir, ümide kapılabilirsiniz. Biz, bu duyguların hepsini fazla fazla hissettik ve yaşadık Bosna-Hersek ziyaretimiz sırasında.
Sıcak bir sonbahar günü Türkiye’den ayrıldığımızda, söylemişlerdi ama bu kadar kış yaşandığını ancak uçaktan karla kaplı Saraybosna dağlarını görünce anladık. Mevsime uygun olmayan oldukça soğuk hava şartları bizi karşılıyordu. Havaalanında bizi karşılamaya gelen İlim Yayma Cemiyetinin Bosna’daki yurt müdürü olan Salih Sağır Bey orada ilk gün bize ev sahipliği yaptı. Türkiye’yi böyle beyefendi ve kültürlü insanların temsil etmesinden dolayı gurur duyduk.
Başkent Saraybosna çevresi dağlarla çevrili bir arazi üzerine kurulu. Ülke, su kaynakları açısından belki de Avrupa’nın en zengin alanı. En büyük nehir olan ve Mostar’dan da geçen sadece Neretva üzerinde bile 6 baraj olduğu söyleniyor. Her taraf yemyeşil, ormanlarla kaplı. Sıcak su kaynakları da çok fazla. Bazı bölgelerde yol kenarlarından kendi kendine su buharı çıktığını bile gördük.
Ülkede yaşayan 4 500 000 insandan %45’i Boşnaklar, yani Müslümanlar. Geriye kalanını ise, Sırplar, Hırvatlar ve diğer topluluklar teşkil ediyor. Eski çağlardan bugüne kadar ki her dönemde Bosna çok dinli, çok kültürlü, çok renkli bir ülke olarak bilinmiş. Bir çok devirde büyük kavgalara sahne olmuş burası. Fakat Osmanlı devri, farklı toplulukların birlikte yaşamalarına en güzel örnek teşkil etmiş, huzur dönemi olarak anılıyor. Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar soy olarak Slav ırkına mensup olmalarına rağmen; şu an için dünyanın adeta anlayış olarak birbirlerine en uzak toplumları haline gelmişler. Orada, birbirlerine karşı halen gizli ve büyük kin güttüklerini hissediyorsunuz. Çünkü, batının menfaatleri onların birbirlerini anlamalarına, saygı duymalarına engel oluyor. Saraybosna’ya “Avrupa’nın Kudüs’ü” diyenler ne kadar haklı. Gerek toplumların birbirlerine bakışı, gerek bu denli çok dinli ve kültürlü oluşu, gerekse tarihi alt yapısı itibariyle bu benzetmeye oldukça uyuyor. Önceki Bosna bayrağını Sırp ve Hırvatlar istemedikleri için, Avrupa Birliği yeni bir bayrak çizdirmiş ve ellerine tutuşturmuş, üstüne üstlük bir de milli marş besteletmiş sözsüz olarak. Tabii ki bu sebeple hiç kimse yeterince sahiplenmiyor bu sembolleri. İdarî açıdan da oldukça karışık Bosna. Birine tamamen Sırpların hakim olduğu iki ayrı federatif yapıya sahip. 3 etnik grubun liderleri 6 ayda bir eş başkan tarzında değişerek idareyi üstleniyor. Dayton anlaşması sonucu oluşan bu durumun hiçbir toplumu memnun etmediği ortada.
Saraybosna sokak ve caddelerinde gezerken adeta farklı tarihi dönemlerin içinden geçildiği bariz olarak fark ediliyor. Osmanlı, eserleriyle aşikârane kendini hissettiriyor burada. Gurur duyuyoruz. Zaten bütün gözlemciler bu şehri Bursa’ya benzetiyorlar. Kardeş şehirler olmuşlar bile. Gazi Hüsrev Bey Camii ve medresesi ve estetik bir Osmanlı çeşmesi olan Sebil, çevresindeki Başçarşı ile birlikte Osmanlı’yı gururla yaşatıyor, ayrılmak istemiyoruz bölgeden. Camide vakit namazlarında medrese öğrencisi olan pırıl pırıl gençleri görünce ziyadesiyle mutluluk duyuyoruz. Gazi Hüsrev Bey Camiinde yapıldığı 1531’den beri süren çok güzel bir âdet bugün de durmaksızın yaşatılıyor. Öğle namazları sonrası, 20-30 kişilik bir cemaat grubu birlikte her gün bir hatim indiriyor.
Boşnakların helal gıdaya çok önem verdiklerini öğrendik. Saraybosna’da açılan Mc Donald’s ve Burger King müşteri bulamadığı için kapatmak zorunda kalmışlar dükkanlarını. Başçarşı çevresindeki lokantalardan her çeşit yemeği endişelenmeden ve zevkle yiyebileceğimiz söylendi bizlere. Bu sebeple, biz de fırsat buldukça yediğimiz “Çevabi” denilen köftelerin tadına doyamadık. Yurt dışı gezilerde sıklıkla karşımıza çıkan yiyecek sorununu burada yaşamadığımız için de kilo alarak döndük Türkiye’ye.
Bölgede ilerlediğimiz de, Osmanlı mimarisinden birdenbire Avusturya-Macaristan mimarisine geçiyoruz. 1. Dünya savaşından sonra bölge onların eline geçince kendi mimarilerini bölgede derhal uygulamışlar. Heykellerle bezenmiş binalar birbirini takip ediyor. Biraz daha ileride bizdeki gibi çok katlı apartmanlar görünmeye başlıyor. Bunlar komünizm (Tito) döneminin yapıları. Onların tabiriyle 40’ar metrekarelik “kibrit” evler. Son zamanlarda ise, Saraybosna’nın çevre mahallelerine ikişer katlı bahçeli evler moda olmuş.
Komünizm sonrasında, 1992’de halklar birbirine girmeye, menfaatler çatışmaya başlamış. Sırplar ve Hırvatlar kendi bağımsızlıklarını ilan etmişler, ama gözleri daha ziyade Müslüman Boşnakların arazilerinde olduğu için, önce Hırvatlar başlamışlar katliam ve zulümlere, daha sonra Sırplar. “Serebzenika katliamı” ile Sırplar öne geçmiş, ayyuka çıkarmışlar. Bosna-Hersek’teki Sırpları Sırbistan, Hırvatları Hırvatistan desteklemiş. Boşnaklar çevreden yapılan son asrın bu en uzun kuşatması altında büyük mücadeleler vermişler. Boşnaklara Araplar ve İranlılar resmen yardım etmişler. Onlar, Türkiye’den gelen ama ilan edilmeyen, reklamı yapılmayan yardımı çok daha iyi ve hayırla yâdediyorlar. Hatta, “biz sizden yardım istemiyoruz. Ne olur, burada kalın ve bize sahip çıkın” diyorlar biz Türklere.
Savaşta Sırp ve Hırvatlar, Boşnakları öldürürlerken “biz Türk öldürüyoruz” diye şarkılar söylüyorlarmış. Türklere karşı kinlerinin çok fazla olduğu söyleniyor. Sırplar, 9 Ağustos 1389’da Kosova’da bir Sırp tarafından şehit edilen Murad Hüdavendigar’ın ölüm yıldönümünü halen bayram gibi kutluyorlarmış. Bosna savaşı boyunca ölenlerin çoğunun uzaktan çok keskin nişancılar kullanılarak öldürüldüğü söyleniyor. Bu nişancıların çoğu Rusya ve Romanya’dan gelen paralı askerlermiş. Saraybosna için şehitleri hesaba katarak “bu şehrin yarısı ölü, yarısı diri” diyorlar. Sadece Saraybosna’da değil, ülkenin bütün yörelerinde cidden çok fazla mezar var, her yerde rastlıyoruz. Toplu mezarların bir kısmına da halen ulaşılamadığı söyleniyor. Toplu mezarların bazılarının sadece orada uçan ve başka yerlerde bulunmayan “mavi kelebekler” sayesinde tesbit edildiği söyleniyor. Bu savaşa sonradan Boşnaklara yardım için gelen Arap-Vehhabî mücahidlerin ele geçirdikleri düşmanın kafalarını kestikleri, bu yüzden de özellikle Sırplar arasında büyük korku saldıkları biliniyor. Ama, belki de bu yüzden çok güzel yâdedilmiyorlar Boşnaklar tarafından.
Saraybosna’da bizi çok etkileyen bir yer de “Tünel”di. Havaalanı yakınlarındaki bu tünel, her hangi bir kuşatma ihtimaline karşı yapılmış, 800 m uzunluğunda, 1 m eninde ve 1.6 m yüksekliğinde imiş. Büyük lider, “Bilge Kral” Aliya İzzetbegoviç’in emriyle 1993’te başlanmış ve 4 ayda bitirilmiş. 7-8 ay süreyle Sırplar tarafından tesbit edilememiş ve çok ise yaramış. Bu süre zarfında Boşnaklar tünelden gıda ve silah taşımışlar. Daha sonra fark edilince bombalanmış. İşte, bu savaşta çok büyük hizmetler yapmış olan bu tünelin başlangıç yeri, Şîda (muhtemelen Şeyda) teyzemizin evi. Şimdilerde müze gibi ziyarete açık. Şîda teyze savaş boyunca buradan geçen askerlere su vermiş, onlara dualar okumuş, manevi destek olmuş. Bugün 80’lerde olan teyzemiz ziyaretçilerin yanına pek çıkmıyormuş. Ama, bizim yanımıza davet edilince geldi. “Ben sadece Türkler gelip çağırınca çıkıyorum” diyor. Onunla karşılaşınca inanın nutkumuz tutuldu. Hepimiz dolu dolu olduk arkadaşlarla. Bir an için Nene Hatunla karşılaştığımızı düşündük. Anadolu’daki fedakâr, cefakâr analardan hiç farkı yoktu. Ellerini öptük, kokladık, sarıldık. Yanından uzun süre ayrılmak istemedik.
Bu savaş, çok büyük tahribatlar yapmış Bosna’da. Bitiminden yaklaşık 15 yıl geçmesine rağmen Saraybosna, Mostar gibi birçok yerleşim yerinde binalardaki bomba izlerini, kurşun deliklerini görebilirsiniz. Zahiren göremediğimiz, insanların, kadınların, savaş günlerinde çocuk olanların ruhlarındaki tahribat ise, mutlaka çok daha büyük orandadır. Ama, şu da bir ortak kanaat ki; bu savaş Boşnaklara millî kimliklerini yeniden kazandırmış, kendilerine getirmiş onları, diğerlerinden farklı olduklarını hissettirmiş. O yıllarda okuduğum bir röportajda, Bosnalı bir gazeteci olan Asya Efica “Sırplara müteşekkirim. Onlar sayesinde biz kendimizi bulduk. Önceden kocam benim namazıma, başörtüme dahi müdahale ediyordu. Bakın şu anda o da cihat için cepheden cepheye koşuyor” diyordu.
Savaşta, birçok camii, bina, köprü bombalarla yıkılmış. Hatta dünyanın en güzel köprülerinden biri olan Mostar’ın yıkılışını bütün insanlık adeta canlı yayında seyretmişti. Bugün, Mostar ve Konjic köprüleri, Poçiteli denen Türk köyündeki camii gibi birçok yıkılan eserin Türkiye Cumhuriyeti ve TİKA tarafından yeniden yapılmış olmasını bizzat görmekten dolayı devletimizle de gurur duyduk. Bugünkü yapılanların Bosna’da “Osmanlı’nın yeniden dönüşü” olarak algılandığını da söylemem gerek. Yapanlardan Allah binlerce razı olsun. Bu günkü Türk devletinin de büyük devlet olduğuna dair inancımız bir hayli arttı oraları görünce. Hele orada olduğumuz süre içinde tevafuken karşılaştığımız değerli Dışişleri Bakanımız Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu bu duygularımızı daha da pekiştirdi. Bizim de katıldığımız konferansından sonra O’nu dinleyen Boşnakların gözlerine güven ve ümit ışıkları hakimdi, hepsinin yüzleri bir farklı gülümsüyordu. İleride bir kahraman olarak anılacak olduğuna inandığım sayın Davutoğlu’na Allah’tan uzun ömür ve üstün başarılar niyaz ediyorum.
Bosna’da hangi camiye, hangi medreseye ve kültür derneğine gitmişsek orada Osmanlı bayrağı olarak bilinen yeşil ay yıldızlı bayrağı ve “Fatih’in hoşgörü fetvasını” görmekten çok büyük keyif aldık. Bosna’nın müslümanlaşmasına vesile olan kişi Fatih Sultan Mehmet olarak biliniyor. Bu yüzden bir başka seviliyor burada o büyük insan. “O bizim babamız, atamız” diyor bütün Boşnaklar. Gittiğimiz, Genç Müslümanlar Teşkilatı “Miladi Müslümanî” de de O’na olan bu sevgi aşikârdı. Aliya’nın da gençliğinin geçtiği ve bu sebeple zindanlara atıldığı bu kuruluşun halâ çok mükemmel hizmetler verdiğini söylüyorlar. O ortamı da birer Türk çayı ve kahvesi ile teneffüs ettikten sonra oradan ayrıldık. Daha sonra gittiğimiz, Aliya’nın hilâlle yıldızı andıran mezarında o büyük mücahide gözyaşları içinde dualar okuduk.
Boşnaklar, Fatih’in Bosna’yı fethinden önce diğer Hristiyanlardan tamamen farklı olan “Bogomil” mezhebine mensuptular. Bu mezhep mensupları, Hz. İsa’yı İslam inancındaki gibi sadece peygamber kabul ediyorlar ve tek Allah’a inanıyorlardı. Müslümanların adil olduklarını gördükleri ve kendi inançlarına diğer Hristiyanlardan daha yakın olduklarını fark ettikleri zaman kolayca Müslüman oldular. Tabii ki, Mostar yakınlarında bulunan Blagay’daki Bektaşi tekkesinde türbesine rastladığımız Sarı Saltuk’un da ön çalışmalarının etkisi inkar edilemez. Sarı Saltuk Hazretleri bütün Balkanların Müslüman olmasına zemin hazırlamış bir Horasan Ereni, Ahmed Yesevî mürididir. Şu anda Balkanlarda tam 7 farklı yerde mezarı bulunmaktadır. Kendi vasiyeti olan ve hangisinde yattığı bilinmeyen bu mezarlarıyla bile Balkanlara İslamın mührünü vurmuştur.
Buradaki yoğun çalışmalara rağmen, İslam halk arasında halen çok yüzeyel, babadan duyma olarak biliniyor ve yaşanıyor. Mesela kızlarla gayrı resmî beraber olmayı normal gören bir Müslüman genç, yakın akrabadan biriyle evlenmeye haram deyip, adeta lanetleyebiliyor. Bütün bunlara rağmen, Bosna Müslümanlarının İslamî değerlere karşı saygıları oldukça yüksek. Mesela, hacılar ve hafızlar çok büyük hürmet görüyorlar burada. Bu saygı, bir yeniden başlangıç için oldukça önemli. Yaptıkları irşad çalışmalarından çok iyi sonuçlar bekleyen inanmış insanların Bosna’ya daha fazla destek olmaları gerekiyor.
Boşnakların dilinde çok fazla Türkçe kelimenin mevcut olduğunu gördük. İlk anda hemen fark ettiklerim “buyurun, peşkir, çorba, han, helva, kaymak, kebap” gibi kelimeler idi. Ama, bunların ötesinde bayramlarda insanların birbirlerini “bayramınız mübarek olsun” diye Türkçe bir cümleyle kutladıklarını öğrenince şaşırdık. Bu şekilde bayramdan kalma bir de afiş gördük. Onlara bir cenaze sonrası “başınız sağ olsun” dediğimizde “dostlar sağ olsun” cevabını alabileceğimizi öğrendik. Ayrıca, insanların birbirlerine karşı “Allah razı ola” diye dua etmeleri ve birbirlerinden “Allah’a emanet” diyerek ayrılmaları bizi ziyadesiyle heyecanlandırdı. Bu kardeşliği daha da pekiştirmek için biz de, dostlara sık sık “Türkçe öğrenmeyi teşvik edin” mesajı verdik.
Bir diğer gözlemimize göre de, Boşnak Müslümanların hemen hepsi bıyıksız. Ama, güleryüzlü, uyumlu, zarif ve adeta yüzlerinde nur olan insanlar. Ama, üzerlerine gidildiğinde hemen birlik olabildiklerini söylüyorlar. Sırplar ise bir çoğu bıyıklı ve yüzlerine sert çizgiler hakim, genellikle uyumsuz tipler. Hırvatlara gelince onlar bu ikisinin karışımı. Bir ara, bizler bıyıklı olduğumuzdan dolayı, “acaba Sırplarla karıştırılır mıyız” diye endişelendik. Bu yüzden ben Aliya’nın şapkasını giydim Bosna gezisi süresince. (Tabii, bu şapka kafamı da soğuktan korudu.) Fakat, her gittiğimiz yerde, özellikle çarşıda bizim Türk olduğumuzu anladılar da endişelerimiz yok oldu. Bütün Boşnaklar Türkiye’yi çok iyi takip ediyorlar, adeta yüzlerini Türkiye’ye çevirmişler. “One minute” hadisesinden sonra da yaklaşık on bin Müslüman Saraybosna’da yollara dökülmüş Türk bayraklı formalarla.
Boşnaklar Hırvatlara ve Sırplara göre daha entelektüel ve ilme yatkın bir topluluk. Zaten Osmanlı döneminde Saraybosna bir ilim merkezi olarak tanınmış. Bugün de, sadece Saraybosna’da 3’ü özel olmak üzere 4 üniversite var. Devlet Üniversitesinin öğrenci mevcudunun 55 000 olduğu söyleniyor. Türklere ait olan diğer iki özel üniversitenin giderek gelişmesini görmek bizi çok mutlu etti.
Boşnaklar maalesef Hırvatlara göre ekonomik olarak biraz gariban görünüyor. Hırvatlar bölgede daha zenginler, büyük mağazaların hemen hepsi onlara ait. Bu yöneticileri ve aydınları biraz korkutuyor. Boşnaklar bugün maddî olarak oldukça sıkıntılılar. İşsizlik oranının çok yüksek olduğunu söylüyorlar. Özellikle Saraybosna bölgesinde bulunan fabrikalar savaşta buradan kaçırılmış. Arazi dağlık olduğundan dolayı tarıma da elverişli değil. Tarım arazisi olan yerlerde ise araziler mayın döşeliymiş ve bu mayınların temizlenmesinin oldukça uzun zaman alacağı söyleniyor. Gerçi Hersek Bölgesinde petrol bulunmuş ama, onun da ne kadar olduğu ve kime yarayacağı belirsiz. Bu şartlarda en iyi desteği TİKA vermiş ve Boşnaklara seracılığı öğretmiş. Bu güzel bir gelişme cidden. Bilhassa Mostar tarafları (Hersek bölgesi) yavaş yavaş gelişen seracılıkla belki de ilerde bütün Avrupa’nın meyve sebze üretim merkezi olabilir.
Bizim bütün gezimiz sırasında en büyük üzüntü kaynağımız Mostar köprüsünün arkasındaki dağın üzerine dikilmiş olan devasa haç oldu. Geceleri ışıklandırılan ve Mostar’da her yerden görülen bu haç adeta bir kışkırtma aracıydı Müslüman toplum için. Belki de bu yüzden, gerginliğin en fazla olduğu yerin de Mostar olduğu söyleniyor. Ama, bizi rahatlatan yine Bilge Kral Aliya’nın sözleri oldu. Sırpların zalim lideri Miladziç kendisini telefonla arayıp “niye kendinizi zorluyorsunuz, savaşı biz kazanacağız, gelin inattan vazgeçin” dediğinde şu cevabı veriyor: “karanlık gökyüzüne kafanı çevir ve bak ne görüyorsun Miladziç? Ayla yıldız değil mi? O ayla yıldızın yerinde haç gördüğün zaman ancak, buralar sizin olur”.
Evet, onların haçı o tepelerde ne kadar kalır bilinmez ama, ay ve yıldız Bosna semalarından hiç eksik olmayacak… “Allah’a emanet”…
justify justify no-repeat;left top;; auto