DARÜS SELAMDAN SELAM VAR.
Çok uzun zamandır isteyip de yapamadığım gizemli Afrika’ya seyahatimi, değerli arkadaşım Güner’in daveti üzerine ancak mart ayının ilk günlerinde gerçekleştirebildim. Oysa daha önce “Afrika’da nereye gitmeliyim” diye epey araştırma yapmışsam da tam karar verememiştim. Sonuçta Afrika’nın en barışçı ülkesi olan Tanzanya’da karar kıldık ve damadım İhsan’la yola düştük. Mısır aktarmalı uçağımız saatlerce çöl üzerinde yolculuk yaparak vardı Darüsselam’a. Yol üzerinde en çok dikkatimizi çeken şey, uzun süre çölde kıvrılarak giden Nil nehriydi. Kahire’ye yakın yerler hariç, gerçekten çevresinde ağaç bile olmadan akıp gidiyordu bu koca nehir. Çöl oldukça korkutucuydu, fakat ekvatoru geçip özellikle Darüsselam’a vardığımızda muhteşem yeşillikleriyle Afrika’nın bir başka güzelliği karşılamıştı bizi. Bu arada, bir kısmıyla Mısır’da Afrika’nın farklı ülkelerine gitmek üzere ayrıldığımız Türk işadamlarının çokluğunu görünce oldukça sevindiğimizi söylemek isterim.
Sevgili dostlar, Tanzanya’nın eski başkenti ve en büyük şehri olan Darüsselam Türkiye’den havayoluyla tam 7000 km, ama gönül hesabıyla yaklaşınca o kadar yakın ki. Bizi gittiğimiz her yerde bağırlarına bastılar oradaki müslümanlar. Tanzanya, Tanganika ve Zanzibar isimleri birleştirilerek yapılmış bir isim. Tanganika, Afrika’da aynı isimle bulunan ve dünyanın 6. büyük gölünün doğusundan okyanusa kadar ki havzanın adı. Hint Okyanusunda bulunan Zanzibar adası ise, kıyıdan yaklaşık 70 km uzakta iki büyük adadan oluşuyor.
Diğer Afrika ülkelerine göre daha güvenli olan Tanzanya’nın 42 milyonluk nüfusunun yaklaşık % 40’ı Müslüman, diğer kısmı hristiyan ve yerel inançlara sahip. Sadece Darüsselam 4-5 milyon nüfus barındırıyor, aynı zamanda Afrika’nın en önemli ticaret şehirlerinden biri. Yerel dil Swahili dili olmakla birlikte Arapça ve İngilizce yoğun olarak kullanılıyor. Hatta zannederim sömürge dönemlerinden dillerine yerleşmiş çok fazla İngilizce kelime var. Mesela şu İngilizce kelime ve tamlamaların kendi dillerine ait olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyorlar: see you, after.. Tanzanya önce Portekiz, sonra Alman ve daha sonra da İngiliz sömürgesi olmuş. Sonraları, özellikle Ummanlı Araplar Zanzibar üzerinden buraya gelmişler. 1964’te bağımsızlıklarına kavuşmuşlar. Şu an Hintliler ve Çinlilerin, biraz da Arapların ekonomiye hakim oldukları söyleniyor. Ama Hintliler ve Çinliler hiç sevilmiyorlar. Çünkü, önceki sömürgeciler gibi bunlar da yöre halkına iyi davranmıyor, onları ezerek sömürüyorlarmış. Bizler onlara değer vererek, hatır sorarak yaklaştığımızda ziyadesiyle mutlu oluyorlar. Önceleri çekinerek yanımıza yaklaşanlar, sonra adeta yanımızdan ayrılmak istemiyorlar.
Tanzanya’nın idaresinde anlaşma gereği yönetime 7 yıl Müslüman, 7 yıl da hristiyan bir devlet adamı geliyormuş. 4-5 yıldan beri Cumhur Başkanı olan Müslüman Kiwete zamanında, ülkede çok büyük ve bariz gelişmeler olmuş. Bu yüzden de çok seviliyormuş. Tanzanya’da teknolojiyi kullanmayan ve yerel giysilerle gezen yerlilere “Masai” deniyor. Beyazların adı ise, “Muzungu”. Yerliler 3 şeyi seviyor: Müzik, dans ve içki. Gevşek ve rahat insanlar. Siyahîliğin değişik tonlarda olduğunu farkediyoruz. Bu çeşitlilik onların farklı soylardan gelme olduklarını gösteriyormuş. Biz Tanzanya’ya giderken Kayseri’ye kar yağıyordu. Tanzanya’da ise, ortalama 40-45 derece olan yılın en sıcak günleri yaşanıyormuş. Temmuz-ağustos ayları oranın en serin mevsimine tekabül ediyormuş, ama sıcaklığın hemen hemen 30 derecenin altına pek düşmediği söyleniyor. Tanzanya’dayken, bir ara kaçamak yapıp okyanusta 1 saat denize girdik, ama sıkıntısını yaklaşık on gün çektim. Çünkü o sıcakta sırtım aşırı şekilde yanmıştı.
Misyonerlerin Afrika’da her yerde olduğu gibi burada da çok aktif olduğu söyleniyor. Kiliseye sırf aynî ve nakdî yardım almak için üye olan Müslümanlar varmış. Bunu camide namaz kılan fakat boynunda haç taşıyan birini görünce yaşadığım şaşkınlık üzerine anlattılar. Taşıdığı haç’ın manasını bile bilmeyen böyle çok Müslüman olduğunu öğrendik. Üzülerek söylemeliyim ki, hayatımda en kötü ezan okunuşunu da burada duydum. Bunlara rağmen, Müslümanlar kandil gibi bazı özel günlerde aşırıya kaçan şaşalı programlar düzenliyorlarmış. Hristiyanlar ise oldukça sinsi ve planlı çalışıyorlarmış.
Gördüğümüz kadarıyla toplumda müthiş bir ekonomik uçurum söz konusu. Bir tarafta 1-2 dolar yevmiye ile çalışan insanlar, diğer tarafta milyon dolarlarla satılan villalar. Toyota markanın yollarda büyük bir ağırlığı olmakla birlikte, bu kadar çok dört çekerli arabayı başka bir yerde görmüş müsünüzdür bilmem, şahsen ben görmedim. Şişmanlık bir zenginlik belirtisi imiş bu ülkede. Bu kadar uçuruma rağmen hırsızlık konusundaki duyarlılığa ise mana veremedik. Çarşıda birisi “Muzi!” (hırsız) diye bağırınca herkes yakalamak için seferber oluyormuş burada.
Tanzanya’da da Türk işadamlarını görmek bizi çok mutlu etti. Orada gümüş takı satışı yapan dostlarım Güner Bey, baldızı Zehra Hanım ve kendini “Masai” olarak nitelendiren Türk vatandaşı Refik Beyle birçok yere gittik ve işadamlarımızla karşılaştık. Bazıları kablo satıyor, bazıları inşaatçılık yapıyorlar, hatta köftecilik yapanlar bile var. Ama işini bilmeyen, oralara iyi araştırmadan, gerçekçi fizibilite yapmadan gidenler, her yerde olduğu gibi perişan olabiliyorlar. Orada çok garipsediğim bir şey ise, doların 2000 yılı öncesi tedavüle çıkanı ile euronun hiç birinin kabul görmemesi idi. Bazı yerlerde düşük fiyatlarla bozdurabildik ancak. O yörelere gideceklerin ufak bir ayrıntı bile olsa bunları bilmesinde fayda var. Geçtiğimiz aylarda Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün Tanzanya’yı ziyareti işadamlarımızın elini oldukça güçlendirmişe benziyor. Hatta ”o günlerde adeta kollarımız havada gezdik” diyorlar. TV’ler günlerce Türkiye’yi tanıtan yayınlar yapmışlar. IHH’nın orada yaptığı yardımları ve hele hele Türk okullarının çok takdir gördüğünü duyunca çok daha gururlandık.
Tanzanya İslam toplumunun temsilcisi konumunda olan İslamî Komite üyeleriyle de buluştuk. Komitenin üyesi olan güzel insan İmam Ali Bin Said Bin Kharboush, bizi 14 kişilik bir uçakla Zanzibar adasına götürdü. Uçakta bizim dışımızda adaya gidenlerin hemen hepsi batılı turistlerdi. Adı baharat manasına gelen Zanzibar, % 95’i Müslüman olan mükemmel tabii güzelliğe sahip bir ada. Çok fazla turist çekmesine ve çevrede okyanus sahillerindeki çok sayıda turistik tesise rağmen adada yaşayan 1 milyon civarındaki halk oldukça fakir görünüyordu. Hele bizi götürdükleri komiteye ait hastane içimizi sızlattı. Hastanede mecali kalmamış bir göz uzmanı dışında doktora rastladığımızı hatırlamıyorum. Laboratuarlar dökülüyordu ve hastalar perişandı. Bir önceki gün Darüsselam’da gördüğümüz ve devlete ait olan kanser hastanesi hatırıma geldi, orada da bizi çok üzmüştü hastaların perişanlığı. Böyle yerleri görünce insanın sorumluluğu çok daha artıyor ve bir şeyler yapma gereği hissediyor.
Bu üzücü ortamdan sonra gittiğimiz İslamî okulda ise bu sefer çok fazla heyecanlandık ve güzel duygularla dolu bir atmosfere girdik. Çocukların etrafımızı sarıp ilahiler, marşlar söylemeleri bizi ziyadesiyle duygulandırdı. Gerçi okul alt yapısı itibariyle oldukça geriydi, hiçbir teknolojiye de sahip değildi, ama bu çocukların coşkusu oranın istikbaline olan ümidimizi arttırdı. Hepsi Arapça ve İngilizce öğreniyorlardı. Beyazlardan daima zulüm ve aşağılanma görmüş ezik bir halkın çocuklarının, kendilerine sevgiyle yaklaşan bizim gibi “Muzungu’(beyaz)ları görünce ne derece aşırı mutlu olduklarını böylece görmüş olduk. Biliyorum ki hayatta oldukça onları ve bize oldukça anlamlı mesajlar veren bu sevinçlerini asla unutmayacağım.
Daha sonra toplantı yaptığımız komite üyeleri bizden bazı yardımlar istediler. Bunun için çalışacağımı söylemekle birlikte, böyle bir şeyin geçici olacağını, kalıcı şeyler yapmak gerektiğini anlattım onlara. Bu manada, sistem kurmak gerektiğini izah ettim. Anlaşıldığımı sanıyorum. Dediğim gibi böyle yerlere gitmek bizim gibi insanlara mesuliyetimizin ne denli büyük olduğunu anlatmak açısından çok önemli. O muzdarip hastaları ve o güzel çocukları asla unutmam mümkün değil. Sizin gibi, “neden Tanzanya?” diye soran herkese şöyle cevap veriyorum: “Ben seçmedim, biz çağırılmışız, gittik, gördük. Şimdi Allah’tan daha fazla hizmet imkânı vermesi için dualar ediyorum.” Değerli dostlarım, orada çok uzaklarda sizleri seven ve selamlar gönderen kardeşlerinizin varlığından haberdar olmalısınız diye bunları yazdım, emin olun.
justify justify no-repeat;left top;; auto