Modern İnsanlar

Modern İnsanlar

Batılı bir yazarın şu sözü beni oldukça düşündürmüştü: “Modern insanlar anahtar koleksiyoncusu gibidir. Nice anahtarları vardır, ama onların hangi kapıyı açacaklarını bilmezler.” Gerçekten de bugünkü eğitim anlayışında insan adeta birer “bilgi hamalı” yapılmakta, kişi öğrendiği bilginin hayatına faydası var mı, yok mu bilmemektedir. Sadece bilgi ise insanı tatmin etmemektedir.

John Hopkins Üniversitesinde 7948 öğrenci üzerinde yapılan bir araştırmada, gençlere hayatlarında neyin eksikliğini hissettikleri sorulmuş. Öğrencilerin yaklaşık % 78’i bu soruya hayatlarında bir “amaç ve anlam” olmadığını ve bunun kendilerinde en büyük eksiklik olduğunu ifade etmişler. Aynı anket Fransa’da da yapılmış, oradaki sonuçta ise % 89 öğrenci “uğruna ölünebilecek bir ideal” sahibi olmak istediklerini söylemişler. Ben bu eksikliği hissetmelerinin bile mükemmel olduğunu düşünüyorum. Gerçekten hayattan bir beklentisi ve gayesi olmayan bir insan, niçin yaşadığına anlam veremediği gibi, kendisini motive edecek bir güç de bulamaz. Son zamanlarda görüyoruz ki, insanlar pek çok araca sahip oluyorlar fakat amaçları yok. O durumda, “Rotası olmayan bir geminin yelkenlerini şişirecek bir rüzgâr bulmak mümkün değildir.” Dolayısıyla, nereye gideceğini bilmeyen bir insanın hangi araca bindiğinin de bir önemi yoktur.

Bu konuda fikir sahibi herkesin ortak kanaati, ideallerin insana yaşama azmi verdiği, onu daima dinamik tuttuğu ve hayat mücadelesinde güçlü kıldığı yönündedir. Aynı zamanda idealler, insanları yüceltir ve güçlendirir. Dolayısıyla insanlar idealleri oranında kıymetlidirler. W. Irwing “Büyük insanların ideali, küçük insanların ise hevesleri vardır.” diyor. Heves şahsî ve nefsanîdir. Sadece kendi heves ve arzularını tatmin için uğraşan insan başkalarının beğenisini değil, belki tepkilerini alırlar. Oysa insanlar başkalarına hizmetleri oranında değerlidirler ve sevilirler. Bu hizmet isteği ise ideal içinde değerlendirilir.

İdealler manevî dinamiklerdir, sahiplerini aynı zamanda dayanıklı ve mukavim yapar. Yazar Victor Frankl, “İnsanın Anlam Arayışı” adlı kitabında kendi hayatını ve mücadelesini anlatmaktadır. Nazi kamplarına düşmüş, elindeki yazmakta olduğu kitap askerler tarafından yırtılıp çöpe atılmıştır. O kitabı mutlaka yazması gerektiğini düşünerek, bunu hayatının ideali haline getirmiştir. Kamplarda şartlar çok kötüdür ve adeta insanların yaşamaması üzerine kurgulanmıştır. İşkenceler ve kötü muamelelerin haddi yoktur. Yıllar içinde mahkumiyete birlikte başladığı insanların yaklaşık % 95’i ölmüş, sonuçta kendisi o kamplardan kurtulan çok az insan arasına girmiştir. Yaşama direncinin sebebinin kafasındaki kitabı yazma ideali olduğunu anlatmaktadır.

Eğitimde de ideal sahibi olan gençlerin hiçbir zorlamaya gerek duyulmadan belli konularda koşturdukları bilinmektedir. İdealin temelinde onları adeta ateşleyici bir faktör olarak aşk yatar. Bir yazarın şu sözü beni çok etkilemektedir: “Siz gençlere gemi yapmayı öğretmeyin, onlara uzak denizlerin aşkını verin, onlar donanma yaparlar.” Bunu pek çok genç de gözlemledim. O aşk idealdir, ülküdür. Çok arifane bir atalar sözümüz var: “Aşk olmadan meşk olmaz.” diye. Meşk öğrenme demektir. Dolayısıyla öğretmenin de, öğrenmenin de temelinde aşk olmalıdır. O aşkı alan kişi, artık sizin zorlamanıza gerek duymadan öğrenmesi gereken her şeyi öğrenir, o bilgiyi de kullanılır hale getirir, yani hayata geçirir. Aşkla insanlığa hizmet etmek ise “İBADET” sayılır. Ahmet Hamdi Tanpınar “Müslüman sanatçı, inşa etmez, ibadet eder.” derken bunu kast etmektedir. Mesela Koca Sinan, o muhteşem eserleri yaparken ibadet şuuru ile yapmıştır. Süleymaniye ve Selimiye onun ibadetidir.

Bir ilim insanı, bilimini Allah rızasını gözeterek insana hizmet aşkıyla yapıyorsa, onun bütün çalışmaları da ibadet kabul edilir. Buradan hareketle bir hekim hastasına aynı düşünceyle yaklaşıyorsa, bir öğretmen öğrencisini bu anlayışla kucaklıyorsa yaptığı iş ibadet hükmündedir. “24 saat ibadet ederek yaşamak” budur işte. Bu anlayış bütün meslek ve işler için geçerlidir. Böyle bir çalışma insanın hem kendisini, hem de muhataplarını mutlu eder. Felsefeye âşık olduğunu söyleyen bir felsefe öğretmeni şöyle diyor: “Ben çok sevdiğim bir alanda öğretmenlik yapıyorum. Üstelik bir de maaş veriyorlar.” İbadet aşkıyla yapılan her iş insanlığın ufkunu açar. Gözlemlerime göre; insanlığın önünü açan bütün büyük insanlar da bu aşka ve idealizme sahiptir.

Çocuklara bu aşkla verilen millî, dinî, insanî ideallerin onları nasıl heyecana kavuşturup hamle yaptırdığına tarih sık sık şahit olmuştur. Girişimci gençlerin ideal sahibi olduklarında yorulmadan çalıştıklarını gözlüyor ve bu yüzden bu konuda ısrarcı oluyorum.

Hastanelerimiz ve okullarımızdaki yoğun işlerim arasında vakıf çalışmaları ve konferanslar için sıklıkla şehirlerarasında gidip geldiğim için bana sorarlar, “Niçin bu kadar koşturuyorsun?” diye. Ben de “Birileri içime sanki bir DİNAMO koymuşlar, ben biraz yavaşlayacak olsam, o beni durdurmuyor.” diye cevap veriyorum. Evet, bendeki o dinamo, ideallerimdir. Kısa hayatımda ülkem ve inançlarım adına yapmam gereken çok şey olduğunu düşünüyorum. Bu dinamoyu içime takanlara ne kadar dua etsem azdır. Benim hayatıma müthiş bir anlam kattılar. Fakat bazı fikir adamları ise ideal için yaşamanın, ideal için ölmekten daha zor olduğunu söylemektedirler. Bunu ben de fark etmekle birlikte, idealin temelindeki aşk ve heyecanın onu gerçekleştirme çabası içinde bana mutluluk verdiğini itiraf etmeliyim. Tabii, bu uğurda, karınca misali kaybetmeyi bile galibiyet olarak görmek gerekir. Çünkü bu öyle bir ideal ki, bu uğurda mağlubiyet bile zaferdir.

Bu sözlerimin sonunda bana “Senin idealin de ne?” diye sorarsanız, idealimin “Ölümsüzlük” olduğunu söyleyebilirim. “Ölümsüzlüğün sırrını buldum ve onun için yaşıyorum” diye iddia edebilirim. Benim “Ölümsüzlük Hadisi” dediğim Hz. Peygamberin bir sözünde: “İnsan ölünce amel defteri kapanır. Ancak üç şekilde amel defteri kapanmaz, açık kalır. Bunlar, sadaka-i cariye (eser bırakmak), kendisinden başkalarının faydalandığı ilim sahibi olmak ve Salih evlat.” Bu üçüne de talip olduğumu söylemek isterim.

Eser ve ilim konusu malum… Salih evlat konusuna gelince, bana göre bu sadece evdeki evlatla sınırlı değildir. Gücü ve yetkisi oranında bu evlatların sayısı değişir. Mesela benim şu an 6000 civarında Salih evlat adayım var. Evdeki üç evladım dışında okullarımızdaki ve vakfımızdaki (TÜZDEV) çocuklar benim salih evlat adaylarımdır. Bunlara şimdiye kadar verdiğim konferanslarıma katılan on binlerce genç dâhil değildir. Bütün bu çocukların salih evlatlar olarak yetişmeleri bizim boynumuzun borcudur. Buradan milyonlarca salih evlat adayına sahip Millî Eğitim Bakanımıza ve onun çok daha fazlasına sahip Cumhurbaşkanımıza “Allah yardımcıları olsun.” diyorum. Makam yükseldikçe bu yönde vebal de artmaktadır.

Bütün toplumlarda büyük aşk ve ideal sahipleri için “BİLGE İNSAN” nitelemesi yapılır. Bilge insan, herkes tarafından takdir gören, daima başkalarının mutluluğu için çalışan ve insanlığa dair ideali olan ve bundan daima heyecan duyan lider şahsiyetli insandır. Bilge insanlar, toplumların yüce şahsiyetleri olmakla birlikte, medeniyetler için de kurucudurlar. Bunun zirvesindeki insan için İslam’a göre üç tavır vardır: Onlar adalet, liyakat ve meşveret sahibidirler. Bilge insanlar çevrelerinde daima adaletle hükmederler, insanlar arasında liyakate (ehliyete) önem verirler ve kararlarını istişare üzere alırlar.

Bununla beraber, Bilge insanlar akl-ı selim, zevk-i selim ve kalb-i selim sahibi olurlar. Onlar, akıl tutulmalarından uzaktırlar ve nefislerinden yalanı, dolanı, sahtekârlığı, insanların aleyhine düşünceleri yok ederler, temiz ve objektif akla sahip olurlar. Aynı zamanda selim akıl sahipleridirler ki, bilim yaparak kainât hakkında düşünürler, araştırırlar. Bununla beraber, evrenin bütün güzelliklerini gören, sanat erbabı ve selim zevk sahipleridirler. Diğer yandan da onlar, kalplerinden kin, haset, nefret, kibir gibi kötü duyguları atmış tertemiz selim bir kalbe sahiptirler. Onlar kötülük yapmayan değil, kötülüğe mani olup, iyiliğin önünü açan kişilerdir. Bu üç vasfa sahip olan Bilge İnsanları insanlık daima “Kahraman” olarak görmüştür. Bizim vakfımızda ve okullarımızda yetiştirmek istediğimiz insan tipi işte budur. Büyük şair Abdurrahim Karakoç’un böyle dik duruşlu adanmış ideal adamları için söylediği bir kıta ile bu bahsi bitirelim:

Ben milletim uğruna adamışım kendimi,

Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir.

Zulüm Azrail olsa, hep Hakk’ı tutacağım,

Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.

justify justify no-repeat;left top;; auto