Nereyi Hedefliyorsun ?

Nereyi Hedefliyorsun ?

Geçenlerde başarılı bir lise son sınıf öğrencisi gence “(meslekî açıdan) nereyi hedefliyorsun? ” diye sormuştum da, bana “Ya tıp, ya da hukuk olacak.” diye cevap vermişti. Şaşırıp kalmış, “Demek ki sen kendini tanımıyorsun” demiştim. Tıp ile hukuk asla birbirine benzemeyen iki farklı alan. Bir başka genç ise hukuk istediğini söyleyince “Sen hukuk yapamazsın.” cevabıma bozulmuştu. “Pekiyi, okumayı sever misin?” şeklindeki soruma olumsuz cevap verdiğinde ise “Hukuk sürekli okumayı gerektirir. Hatta sıkıcı hukukî yazıları devamlı okumak zorundasın.” şeklinde sözlerim üzerine bunu kabullenmiş ve “Hangi meslek bana uygun” diye sormuştu. Kendisini mühendisliğe yönlendirmiştim. Şu an en iyi mühendislik fakültelerinden birinde okuyor ve mutlu olduğunu söylüyor. Böyle kafa karışıklığı olan pek çok insanın sonunda ulaştığı mesleğinden memnun olmadığına ve dolayısıyla başarısız olduğuna defalarca şahit olmuşumdur. Buna mukabil, kendini iyi tanıyıp net hedef koyabilenlerin ise işlerini ne derece severek, aşkla yaptıklarını ve hem başarıyı yakaladıklarını, hem de mutlu olduklarını da çok gördüm.

Hayatta başarılı olmanın ilk şartı, kendini tanımaktan geçer. Yola çıkmadan evvel, kişi öncelikle kendini keşfetmelidir. Hangi tür zekâ ve yeteneğe sahip olduğunu, mizacını, ilgi alanını bilen insan kendi için hangi mesleği seçmesi gerektiğini de iyi bilir. Buna kişisel SWOT Analizi de diyebiliriz. Hani şirketlerin zaman zaman yaptırmak zorunda oldukları şirket tahlili. Şirketin dört yönüne bakılır bu analizde ve buna göre geleceğe yönelik çalışma programı ve hedefler belirlenir. Şirketin güçlü ve zayıf yönleri ile önündeki fırsatlar ve tehditler araştırılır. Bunun sonunda bir rapor hazırlanır yönetime sunulmak üzere. Gençler de kendi analizlerini bu şekilde yapmak zorundadırlar.

Önce güçlü yanlar…

Genç, kendisini adeta geriden seyredip zaman zaman bu manada değerlendirmelidir. Burada çevresinin de gözlemlerine önem vermesi doğru olur. “Ben, hangi tür zekâya ve ne tür yeteneklere sahibim acaba?”. Bugün 8 zekâ türünden bahsedilmektedir. Matematik zekâsı yüksek olanlar yanında, görsel, işitsel, içsel, sosyal, sözel, müzikal veya kinestetik (bedensel-sporcu) zekâsı yüksek olanlar veya ön plana çıkanların her birinin ayrı ayrı farklı alanlara yönelik becerileri de vardır. Görsel zekâsı düşük birini mimarîye göndermek veya sosyal zekâsı az olan birini de hukuka yöneltmek, onu katletmek demektir. Yetenekler de öyledir. İnsan 52 farklı yetenekten bazılarına sahip olabilir. Mesela işitsel yeteneğe sahip çocukların müzikle ilgili alanlarda başarılı olma ihtimalleri yüksektir.

Duygusal zekâ ise insanın hayatta başarısının en önemli faktörüdür. Kendi duygularının farkına varmayı, onları kontrol edebilmeyi, başkalarıyla empati kurmayı, sosyal ilişkilerde başarılı olmayı ve onları idare edebilmeyi duygusal zekâmızla yaparız. Duygusal zekâsı problemli olanların, IQ’leri yüksek olsa bile, hayatta başarıları düşüktür, mutlu olmakta sıkıntıları olur. Duygusal yetenek, Goleman’a göre; bir meta-yetenektir. Yani, ham zekâ dâhil bütün yeteneklerimizi nasıl iyi kullanabileceğimizin belirleyicisidir. Bu yüzden, duygusal yetenek sahibi insanlar hayatın her alanında avantajlıdırlar. Çünkü öncelikle kendi duygularını tanır ve kontrol ederler, ayrıca başkalarının duygularını da okurlar ve dolayısıyla onları yönetebilirler.

Hangi mizaç türündeyim?

İnsanın kendine yönelik “Kaç numaralı mizaç sahibiyim?” sorusu da önemlidir. İnsanlar 9 farklı mizaç tipine ayrılırlar. İnsanları tanımaya çalışan meslek sahipleri bu mizaçları bilmek zorundadır. (Bakınız: “İnsanın Sırrı” ve “Yerüstü Hazinelerimiz” kitaplarımız) Batıda “enneagram” olarak bilinen bu mizaç ilmi asırlardır bizim tarihimizde insanları tanımak için kullanılan bir yoldu. Kendine büyük hedefler koyan bir gencin buna az çok vakıf olması, kendi mizacı hakkında bilgi sahibi olması avantajınadır. Mesela 4 numaralı kişilik tiplemesi, aykırı, duygusal, içe dönük ve süslenmeyi, takıyı seven bir tiptir ve mimar veya tasarımcı gibi alanlarda büyük başarılara imza atabilir.

Zaaflarımı ve zayıf yönlerimi de bilmek zorundayım

Bu olumlu tanımalar dışında başarı merdivenlerinde insana engel olacak ve dolayısıyla engeller çıkaracak olumsuz duygular da vardır. İnsan bu yüzden kendi zayıf yönlerini de tanımalıdır. Mesela zaaflar, korkular (fobiler), ön yargılar, aşırı sevgi (aşk), nefret veya taassup gibi insanın ayaklarına takılmış prangalar olabilir. Bunlar dışında da aşırı dürtü oluşturan (şehvet gibi) ve kontrol edemediğimiz duygular da aklı engelleyecektir. Bu duygular insanın objektif ve sağlıklı düşünmesini engeller ve “akıl tutulması”na sebep olurlar. Kendine hâkim olabilen, bu olumsuz duygularını kontrol edebilen sabır sahibi insanlar, büyük başarılara ulaşabilirler.

Herkesin zaafları olabilir. Hz. Mevlana, insanın birbirine zıt iki yönlülüğünü açıklamak maksadıyla “İnsanın içinde Musa da vardır, firavun da.” demektedir. Bir hadis-i şerifte ise “İnsanın damarlarında şeytan dolaşır.” buyrulmuştur. İnsan daima bu şeytanla başa çıkmak zorundadır. Aşırı hırs sahibi, öfkeli veya başkalarına karşı haset, nefret gibi duygular içinde olabiliriz. Haset, nefret, kibir gibi duyguların kontrolü olmaz. Onlar tamamen insanın içinden atması ve tedavi etmesi gerekli olan duygulardır. Hırs, azme dönüşmeli, böylece daha sağlıklı hale getirilmelidir. Şehvet düşkünlüğü, para hırsı da makul ve meşru seviyelere getirilmelidir. Kibir yerini tevazûya bırakmalıdır. Tevazû insanın süsüdür. Barcelona’nın meşhur oyuncusu Messi’ye 20 yaşında iken, “Senin için dünyanın en iyi futbolcusu diyorlar, ne dersin?” diye sorduklarında “Ben kendi takımımın bile en iyisi değilken, nasıl olur da dünyanın en iyisi olurum.” diye cevap vererek büyük bir tevazu örneği olabilecek davranış sergiler. Zaten insanı gerçekten büyük yapan da bu tevazu değil midir?

Gençlik yıllarında insanların bazı korkuları (fobileri) olabilmektedir. Mesela kan görmekten korkan birinin tıp alanında başarılı olması, yükseklik korkusu olan birinin inşaatçı veya havacı bir asker olması, hayvan korkusu olan birinin veteriner olması veya insanların karşısında konuşmaktan korkan birinin de hukukçu veya siyasetçi olması mümkün değildir. İtiraf edeyim ki, bu korkulardan bir kısmı gençlik yıllarında bende de vardı ve bana çok ıstırap veriyordu. Bu korkulardan kurtulmanın yolunun “Üzerine üzerine gitmek olduğunu” öğrenip uyguladıktan sonra korkularımı yenmeyi başarmıştım.

Ön yargılar, bir başka akıl tutulması oluşturan durumlardır. İnsanların dış görünüşlerine bakarak onlar hakkında hüküm vermek, bazı toplumlar hakkında peşin yargılarda bulunmak da bizim sağlıklı düşünmemize engel olacak davranışlardır. İnsan âşık olduğu birine karşı da olumlu ön yargı içindedir. Onun yanlışlarını veya kötü yanlarını göremez veya görmek istemez. Bu, aklı zaafa uğratan bir hâldir. Hz. Peygamber (S.A.V) bu konuda şöyle der: “Sen bir kimseye muhabbet ettiğin zaman, bu muhabbetin onun fenalığını görmekten veya işitmekten seni kör veya sağır eder.” Bir başka hadiste de “Sevdiğini ölçülü sev, bir gün düşmanın olabilir. Kızdığına da ölçülü kız, nefret etme, belki bir gün dostun olabilir.” buyruluyor. Bu konuda ne muhteşem bir ölçü…

Akıl tutulması sebebi olan bir başka konu ise fanatizmdir (taassup). İnsanın aklını başka bir kişiye, gruba, lidere veya takıma teslim etmesi, teslim ettiği makam ne derse doğru, diğerlerini kesinlikle yanlış kabul etmesi. Bu konuda ülkemiz çok sıkıntılar çekti. En zeki diyebileceğimiz gençler maalesef böylece kayboldu, ülkemize belki de istemeden ihanet eder duruma düştüler. Büyük işler yapmayı planlayan insanların herkesten doğru ve faydalı şeyleri alabilmesi için aklının özgür olması şarttır. Aklını başkalarına teslim etmiş insan “akıl baliğ” sayılmaz. Bu yüzden Cenâb-ı Allah, kitabında daima akıl sahiplerine hitap etmektedir.

Duygu ve irade eğitimi önemli

Bugün için kendini kontrol ve duygu eğitimi daha da önem kazanmaktadır. Artık çevremiz kameralar ve dinleme cihazlarıyla doldurulmuştur. İnsanlar sürekli farklı yöntemlerle takip edilmektedir. Kendini kontrol edemeyeni kontrol ederler. Yapılan bir nefsanî yanlış, derhal kaydedilmekte, başarı basamaklarında karşınıza çıkarılmak üzere bir yerlerde bekletilmektedir. Birçok insanın bir gaflet anında yaptığı bir yanlış hareket, yıllar sonra “bir kaset veya CD” olarak karşısına çıkmakta, onun bütün kariyerini bir anda sona erdirebilmektedir.

Özellikle öfke, mutlaka kontrol edilmesi gereken bir duygudur. Yoksa en sakin olması gerektiği anda insan öfkesinin kontrolüne girer ve kaybedebilir. Öfke aklı örter. Bu konuda önemli bir hadiste: “Gerçek pehlivan, öfke anında, öfkesine hâkim olabilendir.” denmiştir. Keşke okullarımızda bu tür duygu eğitimi ile ilgili dersler de olabilse. İnsanın en çok da bu derslere ihtiyacı vardır. Burada sabır imtihanı da çok büyük önem arz etmektedir. Sabretmeyi öğrenmemiş birinin hayatta başarılı olmadığı bilimsel olarak da ispatlanmıştır. Büyük liderler, bilim insanları, iş adamları vs hepsi sabır eşiği yüksek ve iradeleri güçlü insanlardır.

Sonuçta, duygularını yönetebilen ve iradesine hâkim olabilen insan, başarı basamaklarında en önemli merhaleyi aşmış demektir. Her ne kadar bu tabirler yeni gibi görülse de, asırlardır söylenen kavramıyla “nefs terbiyesi”dir. Bu terbiye için insanın arzularına gem vurabilmesi, yani güçlü irade sahibi olabilmesi gerekmektedir. İnsanın tercihlerinde bu iradeyle hareket etmesi onun başarısındaki en önemli faktördür. “Kendini yenebildin mi? İsteklerine hâkim misin? Erdemlerinin efendisi misin? sorularına ‘evet’ diyebilirsen gerçek bir insansın.” diyor Nietzsche. Ahura Mazda ise bu konuda “İnsanın hayattaki en büyük başarısı, kendi kendisiyle baş edebilmesidir.” diyor. Konfiçyus şu sözleri ile meramımızı biraz daha açıklayabilir: “Güçlü olan, kendi zayıf yanını herkesten iyi bilendir. Daha güçlü olansa, zayıf yanına hükmedebilendir.”

Dünya çapında başarılı olmuş sporcular, müzisyenler veya satranç ustaları incelendiğinde görülecektir ki, ortak özellikleri kendi duygularına hakim olan ve dolayısıyla kendilerini çok iyi motive edebilecek bir çalışma programı uygulayabilen olmalarıdır.

Sonuç olarak söyleyebiliriz ki, başarıda iradenin rolü inkâr edilemez. “İrade” nefsinin arzularını kontrol altında tutabilme sanatıdır. Bu sanat, insanın duygu eğitimi yanında şahsiyet oluşturmasının da yoludur. Kendi iradesine güvenen bir insan sağlam karakter ve dolayısıyla itibar sahibi de olur. Böylece kendini hakkıyla tanıyan ve bütün duygularını kontrol edebilen, nefsinin arzu ve isteklerine gem vurup, onu ölçü içine sokabilen insanların duygusal zekâsı yüksektir ve onlar kendilerini iyi yönetmeyi de çok iyi bilirler. Bu alt yapıya ve bilgiye sahip insanlar, aynı zamanda başkalarını da yönetmekte başarılı olurlar. Bütün beşeri sözlerin üstünde yer alan hadis-i şeriflerden birine göre ise; Hz. Peygamber(SAV), Tebük Seferinden dönerken, ashabına “Şimdi küçük cihattan büyük cihata dönüyoruz.” buyurmuştur. Büyük cihatın ne olduğunu soranlara ise, onun kişinin kendi nefsine yönelik mücadelesi olduğunu ifade etmiştir.

justify justify no-repeat;left top;; auto